Avrupanın Ülkemiz üzerindeki Etkisi
Avrupa’nın ülkemiz üzerindeki varlığı hem çok eski, hem de kökleri çok derindir. Anadolu’daki insanlarımız bilirler. Ayrık otu vardır. Bu otu toprağın içinden ayıklamak çok zordur. Ayrık otunun dallarını tutup kaldırdığımızda kökün biri bir başka yerden, diğer kök başka yerden çıkar. Kökü tamamen temizleseniz bile ayrık otundan bir küçük parça kalsa ayrık otu tekrar sürgün verir ve tarlayı yeniden işgal eder. Toprağın üst kısmında birkaç dalı olan ayrık otunun birbirlerinin içine geçmiş kökleri vardır. Siz oraya ne ekerseniz ekin ayrık otunun kökleri ektiğiniz şeylerin köklerini sıkıp kırar ve başka bir şey yetişmesine izin vermez.
Ülkemizdeki Sermaye olan Distribütör ve Acentalar
Avrupa merkezli distribütör sermaye baktığınızda sevimli görünseler de, bunların üzerinden Türkiye’de yerel ve milli ne varsa tasfiye edilmiştir. Avrupa bizi Pazar olarak görüyor. İçimizdeki acentaları vasıtasıyla bu pazarın üretim ekonomisine geçmesine müsaade edilmiyor.
Avrupa’nın bizdeki varlığı ta 1750-1780-1800 yıllardan beridir. Ayrıca bizim açımızdan çözülmesi zor olan örneğin Almanlar sizi Türkiye’deki adamları olarak seçtikleri zaman size “Bizim için çalışır mısın?” diye gelmezler. Derler ki “Türkiye’de çok talep edilen bizim ürettiğimiz mal’ın Türkiye haklarını size verelim” şeklinde gelirler. Ünlü bir markanın size gelip distribütörlük teklif etse? hayır demek çok zordur. Sonrasında da siz bu markanın işleri peşinde koşarken tıpkı çayın içine şekeri karıştırılması gibi kendi projelerinde sizin o çalışmalarınızın içine karıştırırlar. Siz şahsi işlerinizin peşinde koştuğunuzu zannederken farkında olmadan onların projelerini gerçekleştirirsiniz.
Bizim geriye doğru 90 yıllık Cumhuriyet hayatımızı doğru anlayabilmemiz için şunu bilmemiz gerekmektedir. Hangi Uluslararası markanın Türkiye Distribütörlüğü Türkiye’de hangi aileye verilmiştir. Neden o aile tercih edilmiştir. Mesela Woswagen’nin, Rover’un disribitörlüğünü bize verseler dolar milyoneriyiz demektir. Tabi bu örnekler sadece Türkiye için geçerli değildir. Örneğin X markanın Pakistan distribütörlüğü Pakistan’da hangi aileye verilmiştir. Mısırda hangi ailede, Afganistan’da kime verilmiştir. Bütün İslam coğrafyasına bu gözle bakmamız gerekiyor ki gerçekte nasıl yönetiliyoruz daha net anlamış oluruz.
Ülkemizdeki Seçim periyodlarını hesaplayalım
Bir hesap yapacak olursak Biz 1923’de Cumhuriyete geçtik. 1923-2013 = 90 yıl geçmiş. 90 Yıllık bir Cumhuriyet hayatımız var. Biz hükümetleri 5’er yıllığına seçiyoruz. 90 yıl / 5 = şu anda 18. Hükumet görevde olmalıydı. Şu anda 62. Hükumet görevdedir. 90 yıl / 62 hükumet = 1 yıl 4,5 Ay’e düşüyor hükumetin görev süresi. Bundan 10 yıl Menderes, 10 Yıl Özal, 13 yıl AKP = 33 yıl’ı çıkardığımızda 57 sene kalıyor. 62 hükümettin 3 bu bahsettiğim hükumetler. Bu 3 hükümeti çıkardığımızda 59 hükümet kalıyor. 57 sene de – 59 hükümet = hükümet başına 1 yıl kalır. Bundan da darbeler ve Tekparti dönemini de çıktığımızda hükümet başına 6 ay gibi bir süre kalıyor.
6 Ayda bir hükümetin değiştiği bir ülke nasıl olur da istikrarı yakalayabilir. Nasıl Amerika, İngiltere ve Rusya gibi büyük ülkelerle mücadele edebilmesi mümkün değildir.
Ülkemiz bundan sonra ne yapmaya çalışıyor
Şu anda Türkiye bu üçayağını birden yere basmaya çalışıyor. Üçgenin tepesindeki Veli kısmını yani siyasi akıl Merkezi’ni biraz esnetip resmi ideolojiyi dönüştürüp daha kucaklayıcı daha küresel bakan bir yapıya kavuşturmak istiyor. Ancak bizim Anadolu dışına çıkmamızı istemeyenlerde var. Ermeni’ye, Rum’a, Yahudi’ye ve diğer kültürlere ve milletlere kucak açmamızdan rahatsız olanlar var. Mesela 6-7 Eylül hadiselerini birileri birtakım biçimlerde açıklayabilirler. Ancak bu olay Türkiye’nin yeniden büyük bir güç olma potansiyelinin elinden alınma operasyonuydu.
Saç Ayağının Milli Veli Ayağı
Bizim yeniden Osmanlı aklına dönerek dünyayı bir yetenek havuzu olarak görmemiz lazım. Bu yetenek havuzundan vizyona uygun insanları ilgili yerlerde istihdam etmemiz lazım. Bu kişileri birbirlerine karşı bir denge olarak ta kullanılabilir. Mesela Osmanlı Musevi kesimin ekonomik derinliğine karşı Rumlara öncelik vermiştir. Diplomasi ’de yine Musevi kesime karşı Milleti Sadık’a dediğimiz Ermenilere öncelik vermiştir. Bizim yeniden o veli ayağında Osmanlı aklına yeniden dönmemiz gerekiyor.Saç Ayağının Milli Deli Ayağı
Deli ayağında yani ordu ayağında kendi silahlarını üreten bir ülke haline gelmemiz gerekiyor. Şu anda Savunma Sanayi alanında gelişmeler güzel. Ancak yeterli değil. Biran önce silahlanmada gelişmiş ülkelerle rekabet edecek duruma gelip sonrasında onların önüne geçecek stratejiler geliştirmeliyiz.
Saç Ayağının Milli FİNANS Ayağı
Finans ayağında da ülkemizdeki distribütör sermayenin karşısına en az bunlar kadar güçlü ama milli bir iş dünyası çıkarmamız gerekiyor. Devlet zaman zaman bunu sağlamak üzere belli ailelere belli isimlere tabiri caizse yol veriyor. Ancak karşı taraf bütün bu çalışmaların aslında nereye gideceğini iyi bildikleri için yol verilen kişilerin zaaflarını kullanarak, onların aklına girerek ya da onların zaaflarından dolayı yol verdiğimiz 100 kişinin 95’i tabiri caizse sapıtıyor. Devlette 100 kişiden birkaç sağlam kişi çıkar mı diye biliyor zaten. Tabi bu 95 kişinin yaptığı hırsızlık, usulsüzlük veya ahlaksızlıkları karşı taraf kendi kontrollerindeki basın vasıtasıyla, olduğundan da fazla göstererek devleti ve hükumeti zor durumda bırakıyorlar. Her dönemin başbakanını “Bak gördünüz mü Özal kendi zenginini yaratıyor” gibi lafları duymuşsunuzdur. Bu laflara da devlet çıkıp ta “ biz bu iş adamlarını distribütörlerin karşısına modelledik. Onların karşısında milli bir iş dünyası oluşturmaya çalışıyoruz” diyemezsiniz. O zaman dünyayı başınıza yıkarlar. Bunları açıkça söylenemediği için de halkta ne olduğunu bilmediği için bu da sandığa farklı şekilde yansımaktadır.
Milli Veli Ayağındaki ilk adım
Bu saç ayağı üçgeninde en önemli rolü veli yani siyasi akıl merkezi ayağında yapılması gerekiyor. Çünkü ön teker nereye giderse arka tekerler de oraya gider. Eğer bizi Anadolu’ya hapseden ve yeniden büyük güç olmamızdaki en büyük engeli, resmi ideolojinin yeniden yorumlanmasını, dünyayı yeniden kucaklamayı başarmamız gerekiyor. Hükumet bu konudaki en büyük adımı MİT yasasını düzenleyerek yapmıştır. Bugüne kadar kendi vatandaşını takip eden MİT, bu yasayla eli kolu bağlı halden kurtularak biraz daha dünya meseleleri ile ilgilenmeye müsait hale getirilmiştir. Veli ayağındaki eski Londra kurgusundan dolayı geçen 90 yıllık hayatımızda devletin bütün organları içe dönüktü ve ideolojiyi korumaya odaklıydı. Şu anda ise Dünyayı takip ederek bu toprakları milletin menfaatlerini koruma odaklı hale getiriliyor.
Bize bugüne kadar şöyle söylendi. Bir bilgisayar düşünelim. İçinde Windows işletim sistemi yüklü diyelim. İşte o ideolojidir. Bize bugüne kadar dediler ki “Eğer bu işletim sistemini değiştirirseniz bilgisayar bozulur çalışmaz” dediler. Ama takdir edersiniz ki mahvolmaz. Bugün Windows’tu ancak sonra ben fikrimi değiştirdim Linux yükledim. Donanımda bir değişiklik olmadı ki bozulsun veya çalışmasın. Örnek verecek olursak Rusya’da dışardan, içerden herhangi bir zorlama olmadan bugüne kadar kullandığı komünizm sisteminin geleceğini görmediğimden değiştiriyorum dedi. Rusya kullandığı Ülke yönetim sistemini değiştirince Rusya yok olmadı. Ama ülkemizi Windows giderse ülke mahvolur şeklinde kurgulamışlardı. Memleketimizi korumayı ideolojiyi korumayla eşdeğer zannediyorduk. Nihayet artık bunun böyle olmadığını anladık.
Devletin bütün organları içerideki yapıyı takip etmek ve korumakla kurgulanmış ve konumlandırılmışsa bu genelde diktatörlüklerde görülen bir modeldir. Mesela Mısır’da Hüsnü Mübarek orduyu, yargıyı, iş dünyasını, istihbaratı bütün devlet aygıtlarını Hüsnü Mübarek ve onun tahtını korumak üzere kurgulanmıştır. Buna benzer diktatörlükler hep böyledir. Ülkemiz 90 yıldır Cumhuriyet’le idare ediliyor. Devletin bütün organları neden ideolojiyi ve içerideki yapıyı korumak üzere kurgulansın ki! Nihayet İdeolojiyi korumakla ülkeyi korumanın aynı olmadığı farkına varıldı ve şimdi devletin ilgili organları tabiri caizse kendi vatandaşını takip yerine dünyayı takip etmek üzere antenleri dışarı çeviriyorlar. Antenlerin dışa çevrilmesi demek (distribitörleri konuşuyoruz ya) bu ülkenin Pazar olmaktan çıkıp üretim ekonomisine geçmesi demektir. Bunu üretim merkezleri yani Avrupa ister mi? Ülkemiz silahta, endüstriyel ihtiyaçlarda Amerika’nın ve Avrupa’nın çok önemli bir pazarıyız. Dünyanın en ballı en tatlı müşterilerinden biriyiz. Her yıl ciddi miktarlarda parayı silahlanmaya ayırıyoruz. Ayrıca dispribitörlerin ayrık otları gibi alttan yürüttükleri faaliyetler sebebiyle kendi otomobilimizi, telefonumuzu, bilgisayarımızı üretemiyoruz. Birçok temel ihtiyacımızı endüstriyel manada üretemiyoruz. Diğer taraftan da Avrupa’nın çok ballı bir müşterisiyiz. Dolayısıyla bu büyük güçler Türkiye’nin Pazar olmaktan çıkıp üretim merkezi haline gelmesini istemiyorlar. Bu noktada da resmi ideolojinin dönüştürülmesi veya o üçgendeki veli ayağının dönüştürülmesinden temel sorunumuzdur.
DİĞER BÖLÜMLER
- Dünya Denklemleri - Ülkemizdeki Üç Saç Ayağı # 1. Bölüm
- Dünya Denklemleri - Avrupanın Ülkemiz üzerindeki Etkisi # 2. Bölüm
- Dünya Denklemleri - Ülkemizdeki Başka Sorunlar # 3. Bölüm
- Dünya Denklemleri - Boru Hattı Savaşları # 4. Bölüm
Yorum Gönder