Yeni Nesil Bakıcılar
Bütün ailelerde bir şikâyet var. Çocuklarındaki dikkat eksikliği, ders dinlememesi, oturup ders çalışamaması, yerinde duramaması, hop oturup kalması! Peki neden olabilir. Aslında çok basit bir sebebi var, Yeni Nesil bakıcıları hemen uygulayın bu rahatsızlıktan kurtulun.
Çocuğum çok zeki ama derste başarısız. Gerçekten de doğrudur. O zekâ bu millete mühendis, doktor, bilim adamı hatta başbakan olur. Ama önünü 2-3 aylıkken kesiyorlar. Çok basit TELEVİZYON! O çizgi filmler. Şöyle gözümüzde canlandıralım, televizyon ne yapıyor. 2-3 aylık bir bebek televizyondaki hareketli renklerle gözünü ekrandan ayırmıyor. Hayırlı olsun Televizyon artık sizin yeni nesil bakıcınız oldu. Peki ama sonra neler oluyor.
Televizyondaki görüntüler o kadar hızlı hareket ediyor ki! Sonra da o çocuk o hareket içerisinde farkında olmadan bilinçaltında hep hızlılık oluyor. Psikolog dilinde mutlaka bir tanısı da vardır. İşte çocuğun seyrettiği hızlı şeyler gerçek hayatta yerini bulmuyor. Yani sakin sakin ders anlatan, problem çözmeye çalışan öğretmeni dinleyemiyor. Aslında hayat sakin ve durağandır.
Sonrada televizyona maruz kalan çocuklara hiperaktif diyorlar. Doktora gidince de bunun için çocuğa ilaç veriyorlar. Tahmin edin ilaç ne işe yarıyor. Çocuğu olması gereken doğal haline, yani yavaşlatıyorlar. Özetlersek çocuklarımızı önce televizyonlarla hızlandırıyorlar, yavaşlatmak için de ilaçlarını satıyorlar.
O çizgi filmler sandığımız kadar masum değil. Sizler bile bilirsiniz, 25. Kare, bilinçaltı vs. birçok tezgâh.
Anneden Çocuğu ayırıyoruz.
Çocukla annenin ilişkisini bozmak ta bir kültür emperyalizmidir veya yozlaşmadır. Sanayi devriminde sonra ekonomistler bir noktaya takılmışlardı. Bilimsel ve doğru bir taştırmaydı. Hala de devam etmekte. Diyorlar ki! Kadın çalışmalı mı? Çalışmamalı mı?
Çalışmalı olarak çıkan bilimsel raporlarda görünüyor ki? Şöyle doğru bir şey söylüyorlar. (Ünlü Ekonomist Keynes bile bunu söyler) “Kadın çalışmazsa toplum zekâsını ve iş gücünün yarısını kaybeder. “ kesinlikle de doğrudur. Yani kadını evde tuttuğun zaman iş gücü ve zekânın yarısını kullanmayan bir toplum oluyoruz. Bu da toplumlar için de bir kayıptır.
Kadını çalıştırdığın zaman da kapitalizmin iyi güzel gibi uydurduğu bir sürü kitap eğitim seti gibi şeyler vardır ya. “ Bırak çocuk kendi kendine uyusun ” ya da “ Çocuğa karışma ağlıyorsa ağlasın, uyuyorsa uyusun ”, “ kendi kendine yesin ” her şeyi kendi kendine yapan çocuk olsun. Amaçları nedir peki, çocuğunla ilgilenip analık yapma diyorlar, 2. Dünya savaşından yeni çıkmışı, dünya paramparça ey kadın sende çalış. Bu dünyayı yeniden imal edelim. Çocukla uğraşma ama doğur ve bırak biz bir sistem kurarız. (kreşler, bakıcılar vs.) Onlar çocuğunla ilgilenirler. Hem de tam onların istedikleri formatta bir çocuk yoğurmuş olursun. Bir taraftan da istedikleri gibi de bir toplum üretmiş olurlar. Ey anne sende gel benim fabrikamda çalış. İşte bu sistemdir yozlaşma sistemi.
Şöyle özetleyelim. Kadını çalıştırmazsak iş gücünün ve zekânın yarısını kaybediyorduk. Çalıştırdığımızda kazanıyorduk. Fakat bu sefer de şunu kaybediyoruz. Anne ile çocuk 0-2 yaşta birbirlerine dokunmazlarsa “İlk sevgi eksikliği” adında bir eksiklik doğuyor ve o çocuktan oluşan toplumda sağlıksız oluyor.
Kamuyu yararını düşünerek kadının zekâsını, iş gücünü evde tutarak ziyan etmeyelim demiştik ya. Ama diğer taraftan da annelik yapıp verimli-üretken bir insan yetiştiren yani kamuyu inşa eden kadını kaybediyoruz ve kamuyu baştan bozmuş oluyoruz. Hani kamu yararı için kadını çalıştırıyorduk.
Bu tezin altından bilimsel ekonomi kalkamıyor. Bunun tam doğru cevabı şimdilik yok. Batı dada hiçbir kaynakta yok. Bu konu sanayi devriminden bu yana tartışılan bir konudur. Son 10 yılda da bu tartışma artmıştır. Ülkemizde de son iki yıldır bakanlık seviyesinde gündemimizdedir. İlgili makaleleri incelediğimizde kendi fikrimizi üretemediğimiz, kendi toprağımızdaki kültürden beslenemediğimiz, kendi sahip değerlerimizden çözüm üretemediğimiz gibi hep şunu yapmaktayız. Biraz önce bende yazarken dediğim gibi Batı burada bunu demiş doğrudur fikrinden vazgeçmemiz gerekiyor. Bizim hala kendi fikrimizi söyleyecek cesaretimiz yok, kadının çalışıp çalışmaması ile ilgili, çocuk doğurup o çocuğu yetiştirmesi, çocuğun sağlıklı olması ile ilgili bu topraklarda yaklaşık olarak ikibin küsür yıllık bir deneyim var!... Neden göremiyoruz. Göremeyiz bende dâhil çok normaldir. Kültürel yozlaşma içerisindeyiz, hala bu işin en doğrusunu batı yaptığını zannediyoruz. Çünkü kendimiz bir şey üretemiyoruz. Zaten üretmek dediğimiz şey de hata ile başlar. En azından kendi hatamız olsun. Sonra tekrar deneriz.
Anneye dediler ki! “Aman ha sen çalış çocuğa biz bakarız.” Okula gönder! Kreşe gönder! Bakıcı tut! Ama problem şurada ANNE ÇOCUĞA DOKUNMUYOR. Bu o kadar önemli ki!. O çocuğun sağlığı, zekâsı, karakteri hep hep hep buna bağlı.
Anne Sütü
Örnek verirsek, çocuğun çıplak bedeni annenin çıplak bedenine değerse birçok rahatsızlığı gider. Veya annesini emen çocuk memeyi emmeye başladığı andan itibaren devre tamamlanır. Bu devrede ne var. Anne normal sütü vermenin dışında da bebeği her emzirdiğinde o bebeği tarıyor. O bebeği farkında olmadan kontrol eder. Hangi mineralden hangi vitaminden nerede ne eksik var anlıyor. Buraya dikkat bir dahaki süt ona göre planlanıyor ve üretiliyor. O yüzden anne sütünün yeri doldurulamaz. Kaynağı ise Dünya Sağlık Örgütüne bağlı Dünya Anne sütü İnisiyatifi diye bir kurum var. 30 - 40 yılını anne sütüne harcamış bir profesör var. Aslen Mısırlı ama Amerika’da üniversitelerinde çalışıyor. O profesörün bu konuda bir çalışması var. Dünyada tekdir bu çalışma. Diyor ki! “ Bir sütü anneden sağıp biberonla içirelim. Birde anne den emdirelim. Anneden emildiğinde süt bebeğe normalden 12 kat daha faydalı. Sebebi bebek annesinin memesine dudaklarıyla dokunduğu andan itibaren devre tamamlanıyor. Sonra da annesi çocukta ne eksik ne var ve anne çocuğunu tarıyor. Bir dahaki sütü de ona göre planlıyor. İşin sırrı buradır.
Gelelim asıl meselemize. Böyle deha anne-bebek mekanizması varken “Senin çalışman lazım” deyip o çocuktan anneyi ayırdım mı? Kamu hizmeti dedik. Kamu hizmeti sadece sokak lambası, direk dikmek çöp toplamak değildir. Kadın dediğimiz olgu tam olarak KAMUYU İNŞA EDER. Daha bundan büyük kamu hizmeti olabilir mi?
Sübjektiflik
Modern bilim saçma sapan sübjektiflik biye bir şey öğretilmişler insanlara. Ben gözleyebiliyorsam vardır. Gözlemleyemiyorsam yoktur diyen sapma sapan insanlar türemiştir. Bu ne cürret. Küçüçük insan aklımızla gözlemleyemediğimiz etkisini göremediğimiz her şeyin varlığını inkâr et. Bütün kadim bilgileri inkâr et. Kadim bilgilere karşı şımarıklık yapılmaz. Kadim bilgilere karşı şımarıklık yapan kaybeder. İnsanların kaç bin sene de geldiği son nokta bir emar cihaz mı? Bugün medeniyet diye bulduğumuz son nokta Avrupa Birliği’mi? Çapımız bu kadar mı? Çok saçma. Kaç bin defa reset yedi bu insanlık. Neleri neleri başardık sonra da unuttuk. İbni Rüştü’nün bu konuda çok güzel bir merdiven örneği vardır.
Bir hastalık peydah olsa dünyada ve insanların bacakları hasta olsa hekimler buna çare bulamasa. Sonra da biz bu hastalıktan halkalar kitleler halinde ölmeye başlasak. Sonunda doktorun biri gelse dese ki! Bacağınızı keserseniz yaşarsınız. Biz bacağımızı keser miyiz? Kesmez miyiz? Ölümden kurtulmak için bacağı feda eder keseriz.
- Bu hastalığa 3-4 nesil çare bulunmasa bacağı kesmek artık normalleşir mi? Evet normalleşir.
- Bacağı da kesmek normalleştikten sonra bu hastalık çocuklarımız dada artık peydah olduğu için çocuklarımız da bu hastalıkla doğar mı? Evet Doğar.
- Çocuklarımız yaşasın diye doğar doğmaz onların da bacağını keser miyiz? Evet keseriz.
- Onu da kesmek normalleşmek olur mu? Evet, Oda olur.
- Çocuğun bacağını kesmeyen anneye ve babaya ne vahşi adamsın denir mi? Evet denir.
- Zamanla bizim özümüz bozulur mu? Evet Bozulur.
- Biz o bacağımızı unutur muyuz? Unuturuz.
- Bacağı unuttuktan sonra biz şehirlerimizi yarışmalarımız, sporlarımızı, alışverişlerimizi, hayatımızı bacaksızlık üzerine kurar mıyız? Kurarız
- Tek bacaklı olarak aradan asırlar geçse sonra da tek bacaklı olarak tarihi eser kazısında merdiveni bulsak buna ne deriz?
- Şimdi Mısır Piramitlerine neler uyduruluyorsa. Merdiven içine bir şeyler uyduracaktık.
Hâlbuki şimdi merdiveni önceden de piramitler gibi her seferinde yeni bir şey kazanırken diğer taraftan da piramiti ya da merdiveni kaybediyoruz. Şu anda bende o dönemde yaşayan insana göre birçok özelliğim var. Ama bu özellikleri kazanırken Kap = 100-100’dür. Termodinamik prensibi vardır. Kapın için 101 olamaz 99’da olamaz. Bunun içine bir şey koyarken dışarı bir şey atmak zorundasınız.
İşte kültür emperyalizminden Tarzan’ı Robinson Crusoe’yu, Noel Baba’yı öğrenince bu taraftan da Hayy bin Yakzan’ı, İbn-i Tufeyl Nasrettin Hoca’yı kaybediyorum.
Benim problemim noel babayı öğrenmekte değil. Benim problemim noel babayı öğrenirken noel baba bu kaba girince Nasrettin Hoca’yı kaptan çıkarmış oluyorum, yani unutuyoruz -kaybediyoruz, İşte benim problem bu. Ya da benim Harry Poter’la bir alıp veremediğim yok. Harry Poter gelince bendeki Dede Korkut’u götürdü. Kültürümüzde fantastik hikâye mi arıyorsunuz alın size Tepegöz, Az- Sala, Şahmeran daha birçok değerlerimiz var.
Kabdan çıkan ve yeni giren Hikayeler
Büyüklerimize masal anlat desek 45-50 gün sürecek gerilimin, korkunun zirvede olduğu masallar anlatabilirlerdi. Artı okur yazarlığı dahi olmadan. Bu hikâyeleri de batılılar bizlere devşirip sattılar. Nasıl mı? Birkaç örnek verelim.
Mezza Morto Hüseyin Paşa. İtalyanca Mezza Yarı, Morto Ölü demek. Yani Yari Ölü. Efsanesi ise “ İtalyan denizciler Türk Hızır Reisin gemilerindeki kaptanlardan bir tanesini öldürüp gemisini de yakıyorlar. Aradan bir hafta geçer. Öldürdükleri adamı tekrar görüyorlar. Hâlbuki biz bunu öldürmüştük diyorlar. Sonra bir daha öldürüyorlar. Yedi tane ok saplayıp suya atıyorlar. Adamı bir daha görüyorlar J öldürmeyecek Allah öldürmüyor. Bu adam lanetli Bu adam yarı ölü. Bu hikâyeyi nerde görüyoruz. Karayip Korsanları. Onlar yarı ölü, onlar lanetli gemiler. Mezza Morto Hasan Paşanın gemisinin sancağı Siyah. Gemisinin adı ne? Kara İnci!.. Karayip Korsanları filmindeki geminin adı ne? Kara İnci!... Mezza Morto Hüseyin Paşayı Sana karayip korsanları diye anlatıyorlar. Peki suçlu mu bunu yapanlar? Hayır değil. Sen sahip çıkmamışsın. Almış onu İtalyanlar kendi kültürüne dönüştürmüş sonra da sana geri satmış.
Bir örnek daha verelim. Matrix filmi bize bilim kurgu, fantastik film diye izledik. Ben dahil 3 serisini izleyip bir şey anlamayanlardandım. Müslümanların nasıl Çağrı filmi varsa Yahudilerin ’de Çağrı Filmidir Matrix. Oradaki birkaç simgelerden bahsedelim. NabukatNazar kim. Eski Babil kralı Yahudileri katletmiştir. Ama Yahudiler Nabukat Nazarı gene de severler. Allah sapıttığımızda bizi nabukat Nazar ile cezalandırdı diye severler. Nabukat Nazarı Allahın Sopası olarak anarlar. Saddam Hüseyin’in birinci körfez harbinde Nabulkat Nazar diye ordusu vardı. Ya da Nabuko Enerji boru hattı vardı hatırlarsınız. Nabukat Nazar’dan gelir. Kim bu Babil kralı Nabukat Nazar rüyasını arayan adamdır. Karısının adı Semiramis’dir. Karısının kaprisi yüzünden o meşhur asma bahçeleri yapmıştır. Rüyasında Mehdiyi ve Mesihi görür. Ne zaman geleceğini, nerde doğacağını, yüzünün şeklini, nasıl bulunacağını görür. Ama rüyasını not ettireceği zaman unutur. Sonra da rüyasını aramaya başlar. Bu uğurda tüm mallarını, krallığını feda eder. Sonunda ölür gider. Tarihe de rüyasını arayan adam olarak geçer. Matrix filmine dönersek. Filmdeki geminin adı Nabukatnazar (Rüyasını arayan adam), geminin kaptanını ismi Morfius (Rüya Tanrısı) (Morfin kelimesinin kökü de buradan gelir.) ne tesadüf değil mi? İncil ve Tevrat’dan bu verdiğimiz konu gibi birçok konudan bahsedilmiştir.
Bir örnek daha verelim. Game Of Thrones Taht Oyunlar bu günlerde çok meşhur bir film. Bu filmde başrolde bir kadın var. Bu kadın Dede korkut hikayelerindeki Kızılca Hanımdır. Ejderhaları vardır, tek başınadır. Abisi ona hainlik yapmıştır. Gider kendine isimsizler ordusu kurar. Baya bildiğimiz Dede Korkut Hikayesidir bu.
Bir örnek Daha Lost dizisi. Bir zaman meşhurdu. Ne yazık ki bunu da seyredip anlamışlardanım. Ebced dizisi Adamlar Tevrat’ı baştan sona sana bizlere öğrettiler.
Son örnek daha; Yüzüklerin Efendisi’de O ışık göz Dede korkuttaki tepegözdür, Frodo Baggins yüzüğü taşıyan kılıçla tepegöz’ün gözüne zarar vermişti. Dedekorkut’ta da sadece gözünden öldürebiliyordu. Tıpkı dede korkuttaki Tepegöz gibi.
Daha ne fantastik hikâyeler bizlerden anılıp bize satılmıştır. Neden bizim hikâyelerimizi çevirip bize başka bişey olarak izletiyorlar diye kimseyi sorgulamayı hakkımız yok. Bunun zararı bu filmler geldiğinde kültür yani kabımızın içine girdiğinde kendi büyüklüğü kadar kabımızdan başka bir şeyi dışarı atıyor.
Kaptan çıkan ve yeni giren diğerleri
Normal hayatımızda da böyledir. Krem Çikolata gelir, senin hayatındaki pekmezi dışarı atarız. Cips diye birşey gelir senin hayatındaki Keçiboynuzunu dışarı atar. Kaybettiğimiz şeyler bizim iyi niteliklerimiz. Bizi biz yapan şeylerdir. Sonra da reflekslerimiz bozuluyor. Sonra da adamın biri gelip hiçbir alt yapısı olmayan birşey söylediği zaman etrafında yaşayan ölüler gibi gençler toplanabiliyor. Çünkü onun geçmişi gitmiş. Hafızası yok. Reflekslerini yitirmiş. Kendi ülkesi ile problemi var. Ona medeniyet diye öğretilen kuralı şudur. Ne kadar çok şikâyet ediyorsan o kadar medenisin ve dünyaya aitsin. Kendi kültüründen şikâyet edersen, öğretmenine itiraz edersen, devlete isyan edersen, patronuna itiraz edersen modernsin. Onun dışındaki mesela köylülere çarıklı diyerek aşağılamalar yapanlar kim, biz bu ülkenin kurucusuyuz diyen tipler. Kendilerine tezgâh kurmuşlar. Keşke kurmasaydın. Kaldı bu ülke kendini 20 yıldır yeni kuruyor.
Kaynak : Bu yazı dizisi Erem Şentürk'ün katıldığı televizyon programındaki konuşmalarından alıntıları içermektedir.
Yorum Gönder