Bakış Açısı
Bakış Açısı - İçi Boşaltılmış Atasözlerimiz. Bakış Açımızı fabrika ayarlarına döndürdüğümüzde bu makalede yazılı olan atasözlerimizi anlayacağız.Zürafanın Düşkünü Beyaz giyer kış günü Bakış Açısı
Barış Manço’nunda şarkı yaptığı ve herkesin de bildiği bir laf var. “ Zürefanın Düşkünü Beyaz giyer kış günü” bu kelimeden ne anlıyoruz. Zürafa diye bir hayvan var. Ona düşkün olan birisi var. Bu kişide kış günü beyaz giyiyor. Bu tanımın ne anlatmaya çalıştığını bilen ya da mantık yürütecekler beri gelsin.
Bunun ne demek olduğunu sorduğumuz kişilerde en mantıklı cevap verenler Hayvanın dikkatini çekmek için kışın soğukta beyaz giyinen adamın üşütme riski aldığı gibi açıklamalar duyuyoruz. Günümüzün sekülerist bakış açısı ile baktığımızda böyle tanımlanır. Hadi gelin bakış açımızı değiştirerek kendi doğru bakış açımıza geçelim. Bu tanım ne demekmiş.
Bazı kelimeler vardır. Bizim tarafımızda olan bir takım insan modelleri vardır. Örneğin; Alim. Alimler topluluğuna Ulema deriz. Yani âlimler demektir. Mesela Arif, Ariflerin topluluğuna ise Arifan deriz. Peki ariflerin üstünde ne vardır dersek Zarif insan modeli vardır. İşte Zariflerin bulunduğu topluluğuna ise Zürafa denir. İşte Barış Manço' ve Cemil Meriçin bahsettiği Zarifise bildiğimiz anlamdaki Zerafet değildir. Zarif insanlar şöyle yaparlarmış; Yani sözün Osmanlıcadaki tam karşılığı Zürafa’nın (zarif olanların) düşkünü beyaz giyer kış günü (Cuma günü)’dür.
Sebebi ise Cuma günleri beyaz giymek sünnettir. Çünkü Allah Resulü (S.A.V.) beyaz giymeyi severmiş. Cuma günleri beyaz giymek zariflerin geleneği ve yaptığı bir hareket. Bu kış bile olsa zarif adam sünnet olduğu için Cuma günü beyaz giyip Cuma namazına öyle gidermiş. Bu kelimeden anlamışız ki bu kişiler zarifler yani Zürafa yani Zarif insanların çoğulu anlamına gelmektedir.
Âlimden bile yukarıda olan Arif dahası ariften bile yukarıda olan Zarifler topluluğu vardır. Bu adamlar sırf sünnet olduğu kışa rağmen Cuma günleri beyaz giyerlerdi.
İşte doğru bakış açısı ile baktığımızda sözün tam anlamını yakalamış oluyoruz.
Eline, beline, diline sahip ol Bakış Açısı
Cemil Meriç söylediği " Harf devrimi yaptılar, dillerimizi iğdiş ettiler. İdraklerimizi iğdiş ettiler. Bütün kütüphanelerimizi dilsiz ve sağır bıraktılar. Biz sonunda bir şey anlamayan, anlasak bile yanlış anlayıp nasipsiz kalan insanlara dönüştük." demiştir.
Yanlış anlayıp nasipsiz kalmak nasıl bir şeydir. Hemen bir örnek verelim. Klasik söz Eline, beline, diline sahip ol. Bu sözden ne anlıyoruz. Eline sahip ol hırsızlık yapma, diline sahip ol yalan söyleme, beline sahip ol yani zina yapma. Bu tanım bugünkü bakış açısı ile böyledir.
Doğrusu ise eline yani yaşadığın yere (el kelimesi yaşadığın yer demektir. Gittin yaban ellere kelimesinde el gibidir), diline konuştuğun lisana, beline soyuna sopuna çoluğuna çocuğuna sahip ol demektir. Yani atamalarımızın bize tavsiye ettiği şey meğer neymiş. Yaşadığın yere, diline ve soyuna sahip ol demek istiyorlar.
Biz kentli bakış açısından baktığımızda sağır ve dilsiz edilmiş insanlar gibi lafları anlamıyoruz. Anladıklarımızı da yanlış anlayıp nasipsiz kalıyoruz. Bu lafın bilinen anlamıyla baktığımızda bir nasibi de yok. Ama gerçek anlamı ile baktığımızda ise çok büyük bereket olduğunu görüyoruz.
Bu iki anlamlı hikâye de bakış açısı hikâyemiz olsun.Kadı’nın Hırsızlık Vakasındaki Kararı Bakış Açısı
1392’de İstanbul’da iki tane hırsızlık vakası meydana geliyor. Yapılan hırsızlıklar arasında yaklaşık 10 gün var. O iki hırsızlık vakasına da aynı kadı bakıyor.
Hırsızlık vakalarından bir tanesi İstanbul da gezmeye gelen Fransız zengin bir yazar yere düşen küçük bir gümüş parasını çalan hırsıza, kadı çok büyük bir tecvit cezası veriyor. Yıllarca hapse atılıyor. Eli kesilmekten son anda kurtuluyor. Aynı kadı 10-15 gün sonra bir fakirin evine girip bütün eşyalarını çalan hırsıza da çok küçük bir ceza veriyor.
Bu kıssadan ne anlıyoruz. Standart olmayan bir hukuk sistemi görülüyor. Zengin bir adam yere düşürdüğü parayı alan hırsızı hapse atıyor, bir fakirin evinden eşyalarını çalan hırsıza küçük bir ceza veriliyor. Bu iki vakadaki karara bize öğretilen sekülerist batıcı bakış açısı ile baktığımda kadının verdiği kararda bir standart yok. Bu ülkede hukuk sistemi yok. Hatta Max Weber bu olayı referans göstererek “Kadı’lar kafasına göre hüküm veriyordu” demiştir. Hatta Bu olayı referans göstererek Kadı’lar kafasına göre hüküm veriyordu diye yazan batılı tarihçiler var. Sonra Kadı’lar kafasına göre hüküm veriyordu kelimesini batılı tarihçilerden öğrenen Türk tarihçileri var. Sonra da bu çakma kanaat önderleri yüzünden çocuklarımız da böyle öğreniyorlar.
Gelin bakış açımızı değiştirelim.Fransız Zengin Yazar’dan küçük bir parasını çalan hırsıza kadı demiş ki;
Sen bunu İstanbul’da yaptın. Senin üzerinde sarık ve cübbe vardı ve sen bunu bir kâfire yaptın. Bu kâfir gidecek senin adını bilmiyor ama bir Müslümanı anlatacak. Bu sebeple sen koca İslam âlemini lekeledin. Senin yüzünden Müslümanlara hırsız denilecek.
İşte sosyal hukuk prensibi tamda budur. Hırsızın iki tane suçu var. Birinci suçu yerden gümüş parayı almaktı. Bunun cezası hafif. İkinci suçu. Fransız benim paramı filanca Ahmet çaldı demeyecek, bunun yerine İstanbul’da bir Müslüman çaldı diyecek. İşte bu laf koca bir İslam âlemine koca bir lekedir. Sen bu lekeye sebep oldun. İkinci ağır cezanda bundandır. İşte kadının gerçek gerekçesi budur.
Fakirin evinden eşyasını çalan hırsıza da;
Bu hırsız fakirdi. İhtiyacı vardı. Ev sahibi hırsıza gerekli tedbiri almamıştır. Hırsızlara da bunu gösterdi. Asıl suçlu bu insanları hırsızlık yapmak zorunda bırakan yönetim ve çevre halkıdır. Çevre halkının cezalandırılması gerekir diye hüküm veriyor. Bu sebeple de hırsız hafif bir ceza veriliyor.
Batılı seküler açıdan baktığımızda gördüğümüz kafasına göre hüküm veren dengesiz, yasasız bir Osmanlı. Kendi bakış açımızla tarihi köklerimle bakarsak Sosyal hukuk prensibi ile bütün İslam âlemini düşünen doğru kararı görmekteyiz.
Yorum Gönder